Anayasa Babayasa Çok Yaşa Da.

0
1837

Doğal dengeyi bozucu faaliyetlerde bulunan canlıların başında insanoğlu gelmektedir. İnsan faaliyetleri, özellikle teknolojinin de gelişmesiyle 20. yüzyılın başından itibaren telafi edilemeyecek ölçüde büyük çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

Doğal çevre ile uyumlu olmayan, plansız kentleşmeler ülkemiz gibi sanayisi tam gelişmemiş ülkelerde çok önemli ve çözülemeyecek sorunları da beraberinde taşımaktadır. Plansız kentleşmeler ve yoğun gecekondulaşma iklimi, verimli tarım arazilerini, temiz yeraltı sularını, doğal kaynakları ve doğal yapıyı olumsuz yönde etkileyerek kirletmekte, bozmakta ve yok etmektedir. Tüm bunlara sel olayları, deprem gibi doğal süreçlere bağlı gelişen ve insan hayatını ve faaliyetlerini olumsuz etkileyen doğal afetlerin zararları eklendiğinde, plansız, kontrolsüz ve dayanıksız kentleşmenin ne denli zararlı olduğu daha iyi anlaşılır.

İnsanların kentlerde, yerleşim alanlarında ve kırsal yerleşmelerde temiz hava, enerji, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarının yanında, depremde güvende olacağı, yer kayması, kaya düşmesi, çığ düşmesi gibi jeolojik olaylara maruz kalmayacağı yaşanabilir evlere ve temiz içme suyu kaynaklarına ihtiyaçları vardır.

Bu temel ve zorunlu ihtiyaçların karşılanamaması veya yetersiz kaldığı sağlıksız kentlerde insanların gerek sağlıkları ve gerekse toplumsal yaşamları olumsuz yönde etkilenir.

Bu hususta, TC. Anayasası herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasını ve konut ihtiyacını nasıl karşılanacağını güvence altına almıştır. Anayasamızın bu konudaki;

  1. Maddesi: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”
  2. Maddesi ise; “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır.” demektedir.

Günümüzde yaşanabilir, sağlıklı kentleşme ilkeleri oluşturulurken “Jeoloji Mühendisliğinin” önemi ne yazık ki jeolojik nedenlerle oluşan deprem, taşkın, heyelan ve kaya düşmesi gibi olaylardan ve bunların neden olduğu can ve mal kayıplarından sonra, ancak ilgililerin dikkatini çekmiştir.

Bu durumun en önemli nedenlerinden biri de, pek çok inşaat projesinde ve genelde imar planlamasında, jeolojik çevrenin sınırlayıcı etkilerinin yeterince düşünülüp değerlendirilmemesi, Jeoloji Mühendisliği disiplinine, Jeoloji bilimine önem verilmemesi ve en önemlisi mali kazancın insan sağlığının önünde gelmesidir.

Günümüzde özellikle arsa fiyatlarındaki aşırı artışların yanı sıra taşkın, sel, heyelan, deprem gibi jeolojik süreçler ile kısıtlamalar oluşmaktadır. Bu kısıtlamalar nedeni ile imar planlamasına yönelik mevcut ya da potansiyel yerleşim alanlarının morfolojik, jeolojik, sismotektonik, jeoteknik özellikleri ve doğal afet risklerinin ayrıntılı olarak belirlenmesi, yukarıda bazılarını saydığımız arazi kullanım hatalarından kaynaklanan sakıncaların giderilmesinde ve insanları etkileyecek zararların azaltılmasında büyük katkısı olacaktır.

Oysa ülkemizin hemen her tarafında gözlenen planlı-plansız kentleşme çalışmalarında bu hususlara yeterince dikkat edildiği söylenemez. Maalesef dere yatakları, zemin sıvılaşma tehlikesi olan bölgeler imara açılmakta, dik yamaçlara yapı yapılmakta, kaya düşme sahaları ve heyelan bölgeleri kontrolsüz ve korkusuzca yapılaşma için kullanılabilmektedir.

Daha sağlıklı ve güvenilir kentleşme için jeoloji bilimine ihtiyacımız olduğu kaçınılmaz ve göz ardı edilemez bir gerçektir. Bu tezi, hipotez niteliğindeki bilimsel tanımlar ile yasalaştıralım.

1- Jeolojik etütler, mevcut jeolojik ve morfolojik özelliklerin planlamaya ve yapılaşmaya uygun olup olmadığını, heyelan, kaya düşmesi, su baskını ve deprem gibi doğal afet riski açısından tehlike bulunup bulunmadığının belirlenmesini hedefler.

Belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde imar planı yapılacak alanların yerleşim açısından,

  • Jeolojik özelliklerini araştıran,
  • Jeolojik yönden planlamayı etkileyebilecek sakıncaların bulunup bulunmadığını belirten,
  • Arazilerin planlanabilirliğini ve yerleşilebilirliğini ortaya koyan,
  • Ayrıca küçük ölçekli riskleri ortadan kaldırabilecek ve alınabilecek önlemlerin araştırılmasını kapsayan araştırmalar bütünüdür.

2- Jeoteknik etütler, jeolojik etütlerin açıklayamadığı ve planlama için yapılan gözlemler sonucunda “riskli alanlar” olarak belirlediği yeraltı suyunun seviyesi, potansiyel kütle hareketlerinin aktif hale geçip geçmeyeceği veya hangi hallerde aktif hale geçeceği, fayların aktif olup olmadığının tespiti, zeminlerin oturma-şişme ve sıvılaşma potansiyellerinin belirlenmesi gibi değerlendirmelerin yetersiz kaldığı durumlarda aranmaktadır. Ayrıca jeolojik etütler ile hangi sahalarda jeofizik araştırmaların yapılacağı da saptanır.

Bu etütler, daha önce yapılmış veya yapılacak olan jeolojik etütlerde gözlemsel verilere göre yerleşim için sakıncalı veya riskli bulunan alanlarda;

  • Sakıncanın türü ve boyutu ile söz konusu riskin nasıl yok edileceğini ortaya koyan,
  • Söz konusu alanlarda yerleşime gidilip gidilemeyeceğini veya hangi koşullarda yerleşim yapılabileceğini,
  • Gerektiğinde sismik çalışmalardan da yararlanılarak yerinde ve laboratuvar deneyleri ile araştıran çalışmalardır.

3- Zemin etütleri, jeolojik ve jeoteknik etütler yapıldıktan ve imar planı tamamlandıktan sonra yapılaşma evresinde temel tasarımı ile temelin oturacağı zeminin (kaya ve toprak) birbirleri ile olan etkilerini araştırır.

Yani bir yapının inşaat sürecinde veya inşaattan sonra deprem, heyelan, su baskını gibi doğal afetler ile zeminde meydana gelebilecek deformasyon sonucu zemin yapısının çatlama, kırılma, çökme, yıkılma, şişme-oturma, eğilme vb. gibi durumlarla karşılaşmaması için alınacak tedbirlerin belirlenmesini kapsayan çalışmalardır.

Jeolojik, Jeoteknik ve Zemin Etütleri, mühendislik konusunda uzmanlaşmış ve kendisini bu konuda yetiştirmiş, Jeoloji Mühendisleri tarafından yürütülmelidir.

Abone Listemize Kaydolun
inşaPORT Mail Aboneliği

Posta listemize abone olun ve e-posta gelen kutunuzda ilginç şeyler ve güncellemeler alın.

Abone olduğunuz için teşekkür ederiz.

Bir şeyler yanlış gitti.

Önceki İçerikZeminin Basınç-Deformasyon İlişkisini Belirlemede “Menard Presiyometre” Deneyi
Sonraki İçerikAkıllı Şehirler!
Jeo. Müh. İbrahim Hakan DEMİRKAN
1993 de Gaziantep'te doğdu. Babasının öğretmenlik görevi nedeniyle ilk, orta ve lise öğrenimlerini farklı okullarda yaptı. 2010 yılında Arif Nihat Asya Lisesi'nden mezun olduktan sonra aynı yıl Niğde (Ömer Halisdemir) Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği bölümüne başladı. Lisans eğitimi boyunca Uygulamalı Jeoloji üzerine çalıştı. 2015 yılında mezun olduğu üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü Jeoloji Mühendisliği Mineraloji Petrografi Anabilim dalında yüksek lisansına başladı. Gaziantep Bölgesi Kil Mineralojisi ve Petrografisi üzerine tez çalışmasını sürdürmekte iken, 2017 Yılında Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümünü kazandı. Şuan da Gaziantep'te Jeoloji Mühendisleri Odası Tescilli firmasında serbest mühendislik ve müşavirlik yapmakta ve aynı zamanda iki şubesi bulunan okul öncesi eğitim veren eğitim kurumunun kurucu müdürlüğünü yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.